Roma – Napoli Gezi Notları (1/2)

Her ne kadar “Belgrad Gezi Notları” yazımı “Amsterdam notlarında görüşmek üzere.” diye bitirmiş olsam da; seyahat ettiğim bir sonraki ülke İtalya oldu. Belgrad yazısını yazarken kafayı Headhunterz‘ın bir konserine gitme fikrine takmıştım; bu sebeple de bir sonraki yurtdışı seyahatimi buna göre ayarlamayı düşünüyordum. Ancak her zaman söylediğim gibi planlar bizim kontrolümüz haricinde sürekli olarak değişiyor. İyi ki de öyle oluyor; çünkü 5 gün boyunca İtalya’da mükemmel zaman geçirdim!

İtalya ile ilgili bahsetmek istediğim çok fazla yer, olay, durum, detay olduğundan; tüm seyahati uzun ve okuması güç tek bir yazıda toplamaktan ziyade; Napoli ve Roma olarak ikiye bölüp anlatmayı tercih ettim. Okuduğunuz bu yazı çoğunlukla Napoli’yi anlatıyor. İkinci kısımda ise Roma ve gidilip görülmesi gereken tarihi ve yiyecek içecek mekanlarından bahsedeceğim.

Seyahat Planı

13 – 18 Ağustos tarihleri arasında toplam 5 gün sürecek İtalya seyahatimi, ilk iki günü Napoli’de geçirecek; kalan 3 günü ise Roma’da geçirecek şekilde planladım. Napoli’ye gitme sebebim çocukluğumda bir İngilizce öğretmenimin İtalya seyahatini anlattığından beri merak ettiğim Pompeii‘yi görmekti.

İtalya uçuşunu Pegasus ile Sabiha Gökçen’den Roma – Fuimicino Havaalanına yapacak; Roma – Napoli arasındaki seyahatimi ise tren ile yapacaktım. Tren biletlerini de Trenitalia’nın sitesi üzerinden, gidiş – dönüş olarak, daha seyahat başlamadan aldım.

Kalacak otel için Booking’den hem Roma hem de Napoli için otelleri önceden ayarladım.

Andiamo!

Sorunsuz bir uçuştan sonra, havaalanına indim. İlk başta dikkatimi çeken ve İtalya’nın geri kalanında da süreki olarak rastladığım olay şu oldu: sizi yönlendirmesi gereken tabelalar yetersiz. Çoğunlukla tabelalar sizi bir yere kadar götürdükten sonra, yol ayrımı gibi kritik noktalarda bir anda kaybolup sizi tek başınıza bırakıyorlar ve iç güdüleriniz ile yönünüzü bulmaya çalışıyorsunuz.

Bu sebeple benim birkaç gün geç de olsa fark ettiğim ve seyahatimi kurtaran uygulamayı daha hemen yazımın başında sizlerle paylaşmak istiyorum: Maps.me (iOS & Android) Maps.me bir offline harita uygulaması; internet erişiminiz olduğu bir yerde uygulamayı indirdikten sonra konum servisinizi açarak bulunduğunuz ülkenin verisini indirip istediğiniz her yere, herhangi bir internet erişimine gerek olmadan rahatlıkla gidebilirsiniz. İtalya – Lazio bölgesi için bu verinin büyüklüğü yaklaşık 44 MB civarındaydı. (NOT: Bilindiği üzere harita üzerinde konumunuzu bulmak GPS uyduları sayesinde mümkün olduğundan; herhangi bir internet erişimi gerektirmez.)

unnamed

Maps.me hayat kurtarır

Biraz sorarak, biraz da içgüdülerimi takip ederek havaalanından Roma – Termini İstasyonu’na kalkacak servislerin olduğu bölüme gidip biletimi aldım. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Termini istasyonuna ulaştım.

İtalya’daki büyük istasyonlar aslında birer yaşam merkezine dönüşmüş durumda. Hem şehir içinde büyük AVM’ler yapmaya yer olmadığından; hem de tren istasyonları doğal olarak çok fazla insan çektiğinden; yiyecekten giyime her türlü markayı, istasyonların AVM kıvamındaki bölümlerinde bulabiliyorsunuz.

rome-termini-transport-station

Termini’de herşey bir arada

Termini’den metro ile otelimin bulunduğu Flaminio’ya gidip, ağır eşyalarımı bırakıp, sırt çantama birkaç giysi aldıktan sonra Napoli seyahatim için tekrar Termini’ye döndüm ve tren saatimi beklemeye başladım. İlk bomba maceramı da bu şekilde yaşadım.

Napoli’ye Premium Yolculuk

Yazının başında bahsettiğim gibi tren biletimi henüz Türkiye’deyken almıştım. Biletimi 2. sınıf trenden yaklaşık 11 Euro karşılığı aldım. Yolculuk 16:26‘da başlayıp; tahminen 2,5 saat sürecekti. Konfor veya zaman çok umrumda olmadığı için bu koşullardan memnundum. Termini’de guruldayan midemi oldukça lezzetli bir sandviç ile susturduktan sonra peronumun belli olacağı ekranı izlemeye koyuldum. Bir süre sonra Napoli 16:25 treni 8. perondan kalkacak olarak belirdi. Ben de 8. perona gittim ve beklemeye başladım. Bir süre sonra tren geldi ve içeri zıpladım.

Aslında şu anda düşününce çok fazla belirti olduğunu anlıyorum. Ancak gerek ilk günün verdiği heyecan, gerekse yorgunluk diyelim; biraz kafam dağılmıştı herhalde. Trene bindiğimde ilk fark ettiğim; arkadaşlarımın söylediklerinin aksine trenin inanılmaz derecede -hem içeriden hem de dışarıdan- lüks gözükmesiydi. Dışardan hyperloop’lardan gidebilecek bir görüntü sergilerken; içeride koltukların deriden olması; 11 Euro’luk bir tren için beni oldukça şaşırttı. Elimdeki bilette de sıra numaraları sayı şeklinde yazmasına rağmen, trendeki koltuk numara A-B-C-D şeklinde ilerliyordu. Ben de dolayısıyla bir yere oturup trenin kalkışını beklemeye başladım.

Bu sırada etrafımda boş koltuklar olmasına rağmen insanların ellerindeki biletlere baktıktan sonra; inatla gelip benim bulunduğum dörtlü koltuğa oturmalarına da bir anlam veremiyordum. Bir süre sonra anonslar başladı ve tepemdeki ekranda kalkış – varış zamanları ile güzergah gözükmeye başladı. Bu ekranda iki problem vardı:

  1. Roma’dan sonraki ilk durak Napoli gözüküyordu
  2. Kalkış – varış süresi arasındaki fark sadece 65 dakikaydı

Ben bunları düşünürken İngilizce anonstaki “fast train” lafını duymamla en sonunda ne olduğunu anladım! Yanlış trendeydim ve işin kötüsü nonstop, ultra-hızlı bir trene binmiştim!

700x300_frecce_daily_connection

Maalesef artık diğer treni de kaçırdığım için; bu trende kalıp, denetim olmaması için dua etmek başka bir çarem yoktu. Her ne kadar “bahtsız bedeviliği” ile ün salmış bir kişi olarak; duanın çok bir işe yaramayacağını bilsem de…

Sonuç olarak denetimci abimiz geldi ve gözümün yaşına bakmadan tamı tamına 94 Euroluk biletimi itina ile kesti. Bu olayın tek güzel yanı; yolculuğumun kalan kısmını ortalama 300 km/saat hızında, kafa rahatlığı ile tamamlamam ve Garibaldi istasyonuna ulaşmam oldu.

Halkın İçinden Bir Şehir: Napoli

Her ne kadar henüz Roma’da çok az zaman geçirmiş olsam da; Napoli’ye ilk ayak bastığımda hissettiğim Napoli’nin Roma’nın kargaşasından uzak; kafası çok daha rahat bir kent olduğuydu. Roma Taksim’se; Napoli Kadıköy’dü. Bizdendi; rahattı.

Metroya atlayıp, otelimin bulunduğu meydana gittim ve burdan yürüyerek otelime giriş yaptım. Bütün gün yolda olmanın verdiği yorgunluk ile biraz dinlendikten sonra Napoli’yi keşfetmek için gece dışarı çıktım.

names

Huzurlu şehir

Napoli’yi gezmek için hem sadece birkaç saatimin olması; hem de gece olması sebebiyle aklımda çok fazla yer kalmamış dürüst olmak gerekirse. Sadece sahildeki Castel Nuovo’nun muazzamlığını net bir biçimde hatırlıyorum.

IMAG0477

Castel Nuovo tüm görkemiyle Napoli kıyısında yükseliyor

Sahilde biraz yürüdükten sonra; otelimin olduğu meydana dönüp birşeyler içmeye karar verdim. Bu arada ana cadde üzerinde açık ve kalabalık bir pizzacı gördüm ve İtalya’daki ilk pizzamı, pizzanın doğduğu kent olan Napoli’de yemeye karar verdim. Tabi o anda bilemesem de; bu pizza İtalya’da yediğim en lezzetli pizzalardan biri olacaktı.

IMAG0480_1

İlk pizzam

Pizzamı yiyip, kendime geldikten sonra otelimin bulunduğu turistik sokakta birşeyler içmek için geri döndüm. Tabi dönüşüm gece geç saate denk geldiği için mekanlar oldukça kalabalıktı. Diğer bir ilginç konu ise açık havanın buram buram ot kokuyor olmasıydı. Napoli’deki gençler meydanlarda, herhangi bir yakalanma korkusu olmadan alenen ot içiyorlar.

Bir bira daha içtikten sonra odama döndüm ve ertesi günkü Pompeii maceramdan önce enerji depolamak için uykuya geçtim.

Tanrıların Cezalandırdığı Şehir: Pompeii

Ertesi sabah erkenden kalktım ve tekrar metro ile Garibaldi istasyonuna gidip buradan Pompei’ye bilet aldım. (NOT: Pompei kalıntıların etrafında 19. yüzyılda kurulan modern şehrin adı; Pompeii ise antik şehrin adıdır.)

Bilmeyenler için kısaca özet geçmek gerekirse; Pompeii MS 79 yılında patlayan Vezüv yanardağının lavları altında kalarak tamamen korunmuş bir antik kent. Şehrin en ilginç yanı ise; patlama sonrasında birçok insanın yanardağdan çıkan lavların ve küllerin altında kalarak taşlaşması ve günümüze kadar korunup kalmasıdır. Pompeii’nin günümüzde “ahlaksızlık” olarak değerlendirebilecek aktivitelerin merkezi haline geldiği için tanrılar tarafından cezalandırıldığı düşünülür.

IMAG0490

Pompeii’deki taşlaşmış bedenler

Pompei’ye indikten sonra antik kalıntılara düzgün bir şekilde yön gösteren (nadir de olsa oluyor!) tabelaları izleyerek ulaşabiliyorsunuz. Biletinizi aldıktan sonra içeri giriyorsunuz. İçeride size -belli bir ücret karşılığında- kalıntıların hikayesini İngilizce olarak anlatabilecek rehberler mevcut; ancak benim kalıntıları uzun uzadıya kadar gezecek zamanım olmadığından; kendim dolanmayı tercih ettim.

İçeri ilk girdiğinizde sizi amfi tiyatro karşılıyor. Akabinde ise farklı yönlere uzanan yollar mevcut; onlardan birini seçerek turunuza devam ediyorsunuz. Pompeii o kadar büyük ki; tüm kalıntıları tek tek gezmek isterseniz; tüm bir gününüzü bile burada harcayabilirsiniz. Dolayısıyla ben de lafı çok uzatmadan sözü resimlere bırakacağım:

Pompeii’de yeterince dolandıktan sonra; Napoli’ye dönüş için yola koyuldum. Ne hikmetse indiğim tren istasyonunu bir türlü bulamadığım için; dönüşte banliyö trenini kullanmak durumunda kaldım. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra Garibaldi’ye ulaştım ve bu sefer birkaç kez kontrol ederek Napoli – Roma arası “ucuz” trenimi aramaya koyuldum. Tren geldikten sonra içeri girdim. Hem trenin iç & dış görünüşü, hem de yolcu profilinden bu sefer doğru trene bindiğimden emin oldum ve Roma’ya doğru yaklaşık 2,5 saatlik yolculuğuma başladım.

Bir önceki gün 94 Euro’yu çok pahalı bulmama rağmen; 2,5 saat sonra hızlı trenin bu ücretin her cent’ini hak ettiğini düşünerek “yavaş” trenimden indim ve otelimin yolunu tuttum.

Napoli’yi fethetmiş olsam da önümde halen İtalya’nın en ihtişamlı şehri Roma duruyordu. Asıl eğlence şimdi başlayacaktı.

Belgrad Gezi Notları

Tekrar yurtdışına çıkmak; birkaç senedir yapmak istediğim; ancak gerek imkansızlıklar sebebiyle gerek de gelecek planları sebebiyle bir türlü gerçekleştiremediğim hayallerimden biriydi. Son zamanlarda bu engellerden kurtulmam ile hayalimi gerçekleştirmek için kendimi yollara vurdum!

İstikamet olarak Belgrad’ı seçmemdeki kuşkusuz en büyük sebep Sırbistan’a vize olmaması. Sadece pasaportunuzu alıp 15 TL’lik yurtdışı çıkış harcını yatırmanız yeterli.

Gezi Planı

Ulaşım: Ulaşımı Pegasus ile sağladım. Biletleri seyahatten yaklaşık 2 ay önce, gidiş-dönüş 350 TL gibi bir fiyata satın aldım ki bence gayet uygun.

Konaklama: Birçok arkadaşımın tavsiyesinin aksine, Airbnb yerine booking.com’dan hotel rezarvasyonu yaptırdım ve Hotel Constantine the Great‘de kaldım. Constantine the Great Belgrad’daki en iyi otellerden biri; ancak diğer alternatiflere göre biraz tuzlu. Benim kaldığım 30.03 – 04.04 tarihleri arasında konaklama gecelik €80 civarındaydı; fakat dediğim gibi Belgrad’da çok çok daha ucuza yerler bulmak mümkün.

Gidiş

30.03 sabahı erkenden Sabiha Gökçen Havalimanı’na doğru yola çıktım. Uçak yaklaşık yarım saatlik rötar ile kalktı ve 1,5 saatlik bir yolculuğun ardından Nikola Tesla Havaalanı’na iniş yaptı. Uçağın çoğunluğu bir şirketin promosyon gezisi ile 2 günlük Belgrad turu için gelen insanlardan oluşuyordu. Uçakta bu gezi kapsamında gelmeyen bir avuç insandan biriydim. Bu pasaport görevlisi arkadaşların da dikkatini çekmiş olacak ki bu kafile ilen gelen abiler ablalar vızır vızır pasaport kontrolünden geçerken ben yaklaşık 20 dakika boyunca “Neden tek geldin?”, “Sırbistan ile ilgili ne biliyorsun?”, “Sırbistan’ı tercih etme sebebin ne?” gibi sorulara maruz kaldım. En son sorulan “Yanında ne kadar para var?” sorusuna “€1,000” cevabını verdiğim pasaport polisi arkadaş koca bir gülümseme ile “Welcome to Serbia!” dedi ve Sırbistan’a adımımı nihayet atabildim.

Pasaport kontrolünden geçip dışarı doğru yönlendiğinizde önünüze direkt birkaç kişi atlayıp “Taxi?” diye sormaya başlıyor. Bu arkadaş yüzünden kazıklanmanıza hiç gerek yok; çünkü çıkış kapısına yakın bir yerde “Taxi Information” bölümü bulunuyor. Buradaki görevlilere gideceğiniz adresi söylüyorsunuz; onlar da size bir fiş veriyor üzerinde kaç dinar (Sırbistan’ın resmi para birimi Sırp dinarı) ödeyeceğiniz yazılı olan bu fiş ile birlikte bir taksiye binerek kazıklanma riski olmadan otelinize ulaşabiliyorsunuz. Havaalanından otele yaklaşık 20 dakikalık mesafe için 1,800 dinar (=€15) ödedim.

Şehir

Belgrad Sovyetler dönemi havasını hala yaşatabilen; ancak çok hızlı bir şekilde değiştiği apaçık belli olan Tuna ve Sava nehirlerinin arasında bir Balkan şehri. 1,5 milyonluk nüfusa sahip şehirde dolandığım 5 gün boyunca trafik namına en ufak bir sıkışıklığa dahi rastlamadım. Şehir ayrıca son derece güvenli. Özellikle haftasonları gece 3 – 4 gibi bile insanlar rahatça etrafta dolanıyorlar.

Belgrade_at_night

Geceleyin Belgrad

İnsanlar

Sırplar son derece gururlu, sıcakkanlı ve yardımsever insanlar. Türklerle olan karmaşık tarihleri sebebiyle hem Türklerden çekindiklerini hem de Türklere korku/saygı arası bir duygu beslediklerini söyleyebilirim. Bunu özellikle Belgrad içindeki müzeleri ve tarihi yerleri gezdikçe çok daha fazla hissediyor ve fark ediyorsunuz.

Bir de Sırp kızlarının dillere destan güzellikleri var tabi. Ne yalan söyleyeyim; Sırbistan’a gitmeden önce arkadaşlarımın bu durumu biraz abarttıklarını düşünüyordum; ancak gidip kendi gözlerimle gördükten sonra ben de artık onlarla aynı fikirdeyim. Resident Evil filmlerinin başrol oyuncusu Milla Jovovich’in de baba tarafından Sırp asıllı olduğunu hatırlatalım.

4631_milla_jovovich

Milla Jovovich

Sırplar ırk olarak çok uzun boylular; erkeklerinin yanında 1,85’lik boyumla kendimi cüce gibi hissediyordum. Topuklu giyen kızların çoğunluğu ise neredeyse benimle aynı boya geliyordu.

Yemekler

Bir Türk olarak yemeklere karşı yabancılık yaşamayacağınızı size garanti edebilirim. Sırp mutfağı, Osmanlı boyunduruğu altında yaşadıkları zamanlardan kaldığını düşündüğüm bir şekilde inanılmaz derecede Türk mutfağına benziyor. Öyle ki geleneksel yemekleri bildiğimiz köfte yanında soğan ve domates. Yine de ilginç tatlar tadabileceğiniz mekanlar bulunuyor.

IMAG0191

Geleneksel Sırp Yemeği – Adını hatırlayamadım

Gezilip Görülmesi Gereken Yerler

Cumhuriyet Meydanı: Şehrin merkezi, bir nevi Taksim Meydanı.

IMAG0188

Cumhuriyet Meydanı’nda Selfie ile İmtihan

Knez Mihailova: Taksim metaforundan devam edersek, şehrin İstiklal Caddesi. Alışveriş, yeme-içme için en uğrak mekan, çoğunlukla kalabalık oluyor.

IMAG0189

Knez Mihailova, Nam-ı diğer Serbian İstiklal Street

Kalemegdan: Knez Mihailova caddesinin sonunda yer alan; şehirdeki kalenin ve önündeki parkın bulunduğu alan. Kelime de Türkçe’den Sırpça’ya geçmiş. Orjinali Kalemeydan. Kalemegdan Parkı halkın yürüyüş yapmak ve çimlerde oturmak için sıklıkla uğradığı bir mekan. Ayrıca bu parktan çok da güzel Tuna ve Sava Nehri manzarası seyredilebilir.

IMAG0210

Kalemegdan Parkı’ndan Panaromik Tuna ve Sava Nehirleri Manzarası

Kaleye doğru yaklaşıp burçların altından geçtikten sonra solunuzda kalan alanda Ordu Müzesi’ni (Military Museum), İşkence Aletleri Sergisini; sağınızda kalan alanda ise Belgrad Hayvanat Bahçesini ziyaret edebilirsiniz. Düz devam ederek kalenin avlusuna çıkabilirsiniz. Buradaki Kalemegdan Teras Restoran’da -eğer yer bulabilirseniz- bir bira içmenizi tavsiye ederim.

IMAG0206

Kalemegdan – İç Kısımlar

Skadarlija: Şehrin bir diğer turistik caddesi. Cağaloğlu taraflarına benzetmiştim ben ilginç bir şekilde. Buradaki mekanlar çok nezih ve yemekler çok lezzetli. Özellikle Dva Jelena restoranı, geyik eti gibi farklı tatlar tatmak isteyenler için ilginç bir seçenek olabilir.

IMAG0264

Turistik caddenin başında da çok cezbedici mekanlar bulunsa da; sonuna kadar gittikten sonra kararınızı verin

Usce: Şehrin Yeni Belgrad diye tabir edilen, Sava Nehri’nin kıyısındaki ve Kalemegdan’ın direkt karşısındaki parkın adı. Bu parkın en önemli özelliği nehrin üzerinde bulunan Belgrad’ın gece klüplerinin çoğunun burada olması. Buradaki gece klüpleri arasından benim önerim Splay Dragstore. İçerideki ortamı merak eden beyleri bayanları şöyle alalım.

Saint Mark’s Kilisesi: Nikola Tesla Müzesi’ne giderken bir parkın içinde keşfettiğim kilise. Park da biraz dinlenmek ve soluklanmak için ideal.

IMAG0216

Saint Mark’s Kilisesi – Havada bulut yok

Saint Sava Tapınağı: Sırplar için çok önemli bir ruhani lider olan Saint Sava’ya adanmış tapınak. Şehirin simgelerinden biri.

IMAG0249

Tüm heybetiyle Saint Sava Tapınağı

Nikola Tesla Müzesi: Nikola Tesla’yı bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Sırp asıllı dahiye adanmış, hayatından kesitler ve icatlarından nadide parçalar bulunan müze. Tesla Coil demonstrasyonunda acele edin ve bir florasını önceden kapın!

IMAG0230

Elektriğe hükmeden adam – Nikola Tesla

Sırp Tarihi Müzesi: Republic Square yakın mesafede bulunan, Sırp’ların geçmişten günümüze tarihlerinin anlatıldığı müze. Ara ara geçici sergiler de bulunuyormuş; ben Nikola Tesla gibi bir Sırp dahi olan Michael Pupin’in sergisine denk gelmiştim.

Belgrad 3 – 4 günlük bir seyahat için hem uzaklık, hem maddi, hem de manevi olarak en ideal yerlerden birisi. Aklınızda buraya gitmek ile ilgili en ufak bir tereddüt varsa; onları hemen savuşturun ve uçağa atlayın. Pişman olmayacaksınız.

Amsterdam notlarında görüşmek üzere.