Her ne kadar “Belgrad Gezi Notları” yazımı “Amsterdam notlarında görüşmek üzere.” diye bitirmiş olsam da; seyahat ettiğim bir sonraki ülke İtalya oldu. Belgrad yazısını yazarken kafayı Headhunterz‘ın bir konserine gitme fikrine takmıştım; bu sebeple de bir sonraki yurtdışı seyahatimi buna göre ayarlamayı düşünüyordum. Ancak her zaman söylediğim gibi planlar bizim kontrolümüz haricinde sürekli olarak değişiyor. İyi ki de öyle oluyor; çünkü 5 gün boyunca İtalya’da mükemmel zaman geçirdim!
İtalya ile ilgili bahsetmek istediğim çok fazla yer, olay, durum, detay olduğundan; tüm seyahati uzun ve okuması güç tek bir yazıda toplamaktan ziyade; Napoli ve Roma olarak ikiye bölüp anlatmayı tercih ettim. Okuduğunuz bu yazı çoğunlukla Napoli’yi anlatıyor. İkinci kısımda ise Roma ve gidilip görülmesi gereken tarihi ve yiyecek içecek mekanlarından bahsedeceğim.
Seyahat Planı
13 – 18 Ağustos tarihleri arasında toplam 5 gün sürecek İtalya seyahatimi, ilk iki günü Napoli’de geçirecek; kalan 3 günü ise Roma’da geçirecek şekilde planladım. Napoli’ye gitme sebebim çocukluğumda bir İngilizce öğretmenimin İtalya seyahatini anlattığından beri merak ettiğim Pompeii‘yi görmekti.
İtalya uçuşunu Pegasus ile Sabiha Gökçen’den Roma – Fuimicino Havaalanına yapacak; Roma – Napoli arasındaki seyahatimi ise tren ile yapacaktım. Tren biletlerini de Trenitalia’nın sitesi üzerinden, gidiş – dönüş olarak, daha seyahat başlamadan aldım.
Kalacak otel için Booking’den hem Roma hem de Napoli için otelleri önceden ayarladım.
Andiamo!
Sorunsuz bir uçuştan sonra, havaalanına indim. İlk başta dikkatimi çeken ve İtalya’nın geri kalanında da süreki olarak rastladığım olay şu oldu: sizi yönlendirmesi gereken tabelalar yetersiz. Çoğunlukla tabelalar sizi bir yere kadar götürdükten sonra, yol ayrımı gibi kritik noktalarda bir anda kaybolup sizi tek başınıza bırakıyorlar ve iç güdüleriniz ile yönünüzü bulmaya çalışıyorsunuz.
Bu sebeple benim birkaç gün geç de olsa fark ettiğim ve seyahatimi kurtaran uygulamayı daha hemen yazımın başında sizlerle paylaşmak istiyorum: Maps.me (iOS & Android) Maps.me bir offline harita uygulaması; internet erişiminiz olduğu bir yerde uygulamayı indirdikten sonra konum servisinizi açarak bulunduğunuz ülkenin verisini indirip istediğiniz her yere, herhangi bir internet erişimine gerek olmadan rahatlıkla gidebilirsiniz. İtalya – Lazio bölgesi için bu verinin büyüklüğü yaklaşık 44 MB civarındaydı. (NOT: Bilindiği üzere harita üzerinde konumunuzu bulmak GPS uyduları sayesinde mümkün olduğundan; herhangi bir internet erişimi gerektirmez.)

Maps.me hayat kurtarır
Biraz sorarak, biraz da içgüdülerimi takip ederek havaalanından Roma – Termini İstasyonu’na kalkacak servislerin olduğu bölüme gidip biletimi aldım. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Termini istasyonuna ulaştım.
İtalya’daki büyük istasyonlar aslında birer yaşam merkezine dönüşmüş durumda. Hem şehir içinde büyük AVM’ler yapmaya yer olmadığından; hem de tren istasyonları doğal olarak çok fazla insan çektiğinden; yiyecekten giyime her türlü markayı, istasyonların AVM kıvamındaki bölümlerinde bulabiliyorsunuz.

Termini’de herşey bir arada
Termini’den metro ile otelimin bulunduğu Flaminio’ya gidip, ağır eşyalarımı bırakıp, sırt çantama birkaç giysi aldıktan sonra Napoli seyahatim için tekrar Termini’ye döndüm ve tren saatimi beklemeye başladım. İlk bomba maceramı da bu şekilde yaşadım.
Napoli’ye Premium Yolculuk
Yazının başında bahsettiğim gibi tren biletimi henüz Türkiye’deyken almıştım. Biletimi 2. sınıf trenden yaklaşık 11 Euro karşılığı aldım. Yolculuk 16:26‘da başlayıp; tahminen 2,5 saat sürecekti. Konfor veya zaman çok umrumda olmadığı için bu koşullardan memnundum. Termini’de guruldayan midemi oldukça lezzetli bir sandviç ile susturduktan sonra peronumun belli olacağı ekranı izlemeye koyuldum. Bir süre sonra Napoli 16:25 treni 8. perondan kalkacak olarak belirdi. Ben de 8. perona gittim ve beklemeye başladım. Bir süre sonra tren geldi ve içeri zıpladım.
Aslında şu anda düşününce çok fazla belirti olduğunu anlıyorum. Ancak gerek ilk günün verdiği heyecan, gerekse yorgunluk diyelim; biraz kafam dağılmıştı herhalde. Trene bindiğimde ilk fark ettiğim; arkadaşlarımın söylediklerinin aksine trenin inanılmaz derecede -hem içeriden hem de dışarıdan- lüks gözükmesiydi. Dışardan hyperloop’lardan gidebilecek bir görüntü sergilerken; içeride koltukların deriden olması; 11 Euro’luk bir tren için beni oldukça şaşırttı. Elimdeki bilette de sıra numaraları sayı şeklinde yazmasına rağmen, trendeki koltuk numara A-B-C-D şeklinde ilerliyordu. Ben de dolayısıyla bir yere oturup trenin kalkışını beklemeye başladım.
Bu sırada etrafımda boş koltuklar olmasına rağmen insanların ellerindeki biletlere baktıktan sonra; inatla gelip benim bulunduğum dörtlü koltuğa oturmalarına da bir anlam veremiyordum. Bir süre sonra anonslar başladı ve tepemdeki ekranda kalkış – varış zamanları ile güzergah gözükmeye başladı. Bu ekranda iki problem vardı:
- Roma’dan sonraki ilk durak Napoli gözüküyordu
- Kalkış – varış süresi arasındaki fark sadece 65 dakikaydı
Ben bunları düşünürken İngilizce anonstaki “fast train” lafını duymamla en sonunda ne olduğunu anladım! Yanlış trendeydim ve işin kötüsü nonstop, ultra-hızlı bir trene binmiştim!
Maalesef artık diğer treni de kaçırdığım için; bu trende kalıp, denetim olmaması için dua etmek başka bir çarem yoktu. Her ne kadar “bahtsız bedeviliği” ile ün salmış bir kişi olarak; duanın çok bir işe yaramayacağını bilsem de…
Sonuç olarak denetimci abimiz geldi ve gözümün yaşına bakmadan tamı tamına 94 Euroluk biletimi itina ile kesti. Bu olayın tek güzel yanı; yolculuğumun kalan kısmını ortalama 300 km/saat hızında, kafa rahatlığı ile tamamlamam ve Garibaldi istasyonuna ulaşmam oldu.
Halkın İçinden Bir Şehir: Napoli
Her ne kadar henüz Roma’da çok az zaman geçirmiş olsam da; Napoli’ye ilk ayak bastığımda hissettiğim Napoli’nin Roma’nın kargaşasından uzak; kafası çok daha rahat bir kent olduğuydu. Roma Taksim’se; Napoli Kadıköy’dü. Bizdendi; rahattı.
Metroya atlayıp, otelimin bulunduğu meydana gittim ve burdan yürüyerek otelime giriş yaptım. Bütün gün yolda olmanın verdiği yorgunluk ile biraz dinlendikten sonra Napoli’yi keşfetmek için gece dışarı çıktım.

Huzurlu şehir
Napoli’yi gezmek için hem sadece birkaç saatimin olması; hem de gece olması sebebiyle aklımda çok fazla yer kalmamış dürüst olmak gerekirse. Sadece sahildeki Castel Nuovo’nun muazzamlığını net bir biçimde hatırlıyorum.

Castel Nuovo tüm görkemiyle Napoli kıyısında yükseliyor
Sahilde biraz yürüdükten sonra; otelimin olduğu meydana dönüp birşeyler içmeye karar verdim. Bu arada ana cadde üzerinde açık ve kalabalık bir pizzacı gördüm ve İtalya’daki ilk pizzamı, pizzanın doğduğu kent olan Napoli’de yemeye karar verdim. Tabi o anda bilemesem de; bu pizza İtalya’da yediğim en lezzetli pizzalardan biri olacaktı.

İlk pizzam
Pizzamı yiyip, kendime geldikten sonra otelimin bulunduğu turistik sokakta birşeyler içmek için geri döndüm. Tabi dönüşüm gece geç saate denk geldiği için mekanlar oldukça kalabalıktı. Diğer bir ilginç konu ise açık havanın buram buram ot kokuyor olmasıydı. Napoli’deki gençler meydanlarda, herhangi bir yakalanma korkusu olmadan alenen ot içiyorlar.
Bir bira daha içtikten sonra odama döndüm ve ertesi günkü Pompeii maceramdan önce enerji depolamak için uykuya geçtim.
Tanrıların Cezalandırdığı Şehir: Pompeii
Ertesi sabah erkenden kalktım ve tekrar metro ile Garibaldi istasyonuna gidip buradan Pompei’ye bilet aldım. (NOT: Pompei kalıntıların etrafında 19. yüzyılda kurulan modern şehrin adı; Pompeii ise antik şehrin adıdır.)
Bilmeyenler için kısaca özet geçmek gerekirse; Pompeii MS 79 yılında patlayan Vezüv yanardağının lavları altında kalarak tamamen korunmuş bir antik kent. Şehrin en ilginç yanı ise; patlama sonrasında birçok insanın yanardağdan çıkan lavların ve küllerin altında kalarak taşlaşması ve günümüze kadar korunup kalmasıdır. Pompeii’nin günümüzde “ahlaksızlık” olarak değerlendirebilecek aktivitelerin merkezi haline geldiği için tanrılar tarafından cezalandırıldığı düşünülür.

Pompeii’deki taşlaşmış bedenler
Pompei’ye indikten sonra antik kalıntılara düzgün bir şekilde yön gösteren (nadir de olsa oluyor!) tabelaları izleyerek ulaşabiliyorsunuz. Biletinizi aldıktan sonra içeri giriyorsunuz. İçeride size -belli bir ücret karşılığında- kalıntıların hikayesini İngilizce olarak anlatabilecek rehberler mevcut; ancak benim kalıntıları uzun uzadıya kadar gezecek zamanım olmadığından; kendim dolanmayı tercih ettim.
İçeri ilk girdiğinizde sizi amfi tiyatro karşılıyor. Akabinde ise farklı yönlere uzanan yollar mevcut; onlardan birini seçerek turunuza devam ediyorsunuz. Pompeii o kadar büyük ki; tüm kalıntıları tek tek gezmek isterseniz; tüm bir gününüzü bile burada harcayabilirsiniz. Dolayısıyla ben de lafı çok uzatmadan sözü resimlere bırakacağım:
Pompeii’de yeterince dolandıktan sonra; Napoli’ye dönüş için yola koyuldum. Ne hikmetse indiğim tren istasyonunu bir türlü bulamadığım için; dönüşte banliyö trenini kullanmak durumunda kaldım. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra Garibaldi’ye ulaştım ve bu sefer birkaç kez kontrol ederek Napoli – Roma arası “ucuz” trenimi aramaya koyuldum. Tren geldikten sonra içeri girdim. Hem trenin iç & dış görünüşü, hem de yolcu profilinden bu sefer doğru trene bindiğimden emin oldum ve Roma’ya doğru yaklaşık 2,5 saatlik yolculuğuma başladım.
Bir önceki gün 94 Euro’yu çok pahalı bulmama rağmen; 2,5 saat sonra hızlı trenin bu ücretin her cent’ini hak ettiğini düşünerek “yavaş” trenimden indim ve otelimin yolunu tuttum.
Napoli’yi fethetmiş olsam da önümde halen İtalya’nın en ihtişamlı şehri Roma duruyordu. Asıl eğlence şimdi başlayacaktı.