Hayallerin Peşinden Koşabilme Cesareti

Kendimi bildim bileli teknoloji ve yazılım konularıyla ilgiliyim. Bu ilgi çok küçük yaşlarda sürekli bilgisayar oyunları oynama isteği olarak; ortaokul döneminde web tasarımına merak olarak; lise zamanında “hacker”lık olarak; üniversite ve sonrasında ise genel olarak ileri teknolojiye merak olarak dışa vurdu kendini. Hayatımda bu kadar büyük bir yer kaplamasına rağmen; her zaman bir hobi olarak gördüğüm bir durumdu; hiç bir zaman bu hobiyi hayatımı kazanmak için kullanacağım bir araç olarak düşünmemiştim. İyi ki de düşünmemişim; belki öyle olsaydı hobim benim için zorunluluğa dönüşecekti ve şu ankinden farklı bir yerde olacaktım.

Şimdi biraz geri gidelim. 2014 Nisan’ında hayatımı belli bir düzene oturtmam gerektiğini düşünerek Turkcell TV’deki pozisyonumdan istifa ettim ve askere gittim. Asker dönüşünde birkaç ay tatil yaptım ve bu süre içerisinde sırf merakımdan başladığım kod yazma konusunda kendimi ilerlettim ve bir uygulama yazdım. Uygulama oldukça olumlu bir tepki ile karşılandı. Öyle ki Güney Afrika’dan ücretsiz olarak uygulamama tasarım yapmak isteyenler oldu. Bu basit, “premium” görünümlü tasarım ile uygulama çok daha büyük kitlelere ulaştı.

Bu arada Digiturk Pazarlama’da Ürün Yöneticisi olarak işe başladım. Gündüzleri Digiturk’te çalışırken akşamları ise kendime kod öğretmekle; uygulamama güncelleme çıkmakla geçiyordu.

Bu süre içerisinde aklımda bir fısıltı olarak başlayan bir soru ise giderek şiddetini ve tonunu arttırdı: Neden bu işi yapmıyorsun?

Çok uzun bir süre boyunca eğer böyle bir kariyer değişikliği yapmak istersem; artıları eksileri neler olur; gerekli yetkinlikleri elde etmek için maddi, manevi hangi fedakarlıklarda bulunmam gerekir diye kendi içimde muhakeme ettim. Açık konuşmak gerekirse çoğu zaman işin içinden de çıkamadım. Kariyer değişikliği, vaad ettikleri, yeni bir başlangıç yapmak kulağa çok heyecanlı ve romantik gelen şeyler; ancak bir yanda da buz gibi tedirgin edici bir gerçeklik var: kariyer değişikliğinin getirdiği büyük risk, yetkinliği elde etmek için yapılması gerekenlerin getireceği maddi yük ve kendi konfor alanının çok dışına çıkmak… Zaten millet olarak risk almak konusunda çekincemiz var; (Hofstede’ye selam olsun!) bir de bunun üzerine etrafımdaki hemen hemen herkesin “iyi şirkete kapağı atayım; maaşım garanti olsun” kafasında olması herhangi bir karar almamı iyiden iyiye zorlaştırdı.

Ancak bazen öyle bir an geliyor ki; insan kendi kendine şunu diyebiliyor: “Eğer bunu bugün yapmazsam; hayatım boyunca pişman olacağım.” Bunu gerçekten inanarak bir kez kendinize söyleyebildiğinizde; herşey o kadar açık ve net gözükmeye başlıyor; riskler o kadar kolay alınabilir gözüküyor ki… Ben de aynen bunu yaşadım. Eğer kendime bu şansı vermezsem bir ömür boyu “keşke” diyeceğim. Bunun farkındayım; bu sebeple artık karar vermiş bulunuyorum.

Şimdi önümde uzun bir araştırma süresi yatıyor. Kendime en uygun mobil uygulama dizayn/geliştirme programını seçip, uzun bir süreliğine yurtdışında gerekli eğitimi almayı düşünüyorum. Kanada ve Amerika’da süreleri 6 aydan 2 yıla kadar değişen programlar mevcut. Programların en güzel yanı ise;  mezun olduktan sonra kariyer danışma hizmetleri kapsamında bulundukları ülkelerdeki oyun stüdyolarında staj imkanları sağlıyor olmaları. İlk full-time iş deneyimini benzer bir şekilde Sabancı MBA’in kariyer danışmanlık hizmetleri sayesinde bulmuş biri için; bu son derece önemli. Yurtdışında iş bulmak çoğunlukla ilk başta bu şekilde şirketlerin “içine sızmakla” mümkün oluyor maalesef.

Bunları söylemekle beraber; hayatta her şey mümkün. Başarısız olmak da bunlardan biri. Kendimden elimden gelenden çok daha fazlasını yapacağım konusunda eminim; ama bazen bu bile yeterli olamayabiliyor. Böyle bir durum olursa; her zaman için kendi kariyerime dönüş yapabilirim ve bir sonraki gireceğim şirketin böyle bir maceraya atılışımı ve yurtdışı tecrübemi bir eksiklikten ziyade; pozitif bir durum olarak algılayacak ve artı haneme yazılacak bir durum olarak görecek bir şirket olmasını tercih ederim.

Yazının başında da söylediğim gibi; hayatım boyunca hobim olan teknoloji merakını hiç bir zaman hayatımı kazanacağım bir iş olarak görmemiştim; ancak biz kendi yolumuzu; kendimizden çok emin bir şekilde santim santim çizerken; hayat kenardan gülümsüyor ve çok küçük bir dokunuşla yıllardır var olan planları, hedefleri; bazen daha iyileri ile bazen ise daha kötüleriyle bir saniye içinde değiştiriyor. Bize düşen ise bu yeni yola kendimizi adapte edip, tekrardan çizmeye başlamak. Ta ki hayat tekrar gülümsemeye başlayana kadar…

bb5ea8f7ee377128fa1d08af2862fcae

Belgrad Gezi Notları

Tekrar yurtdışına çıkmak; birkaç senedir yapmak istediğim; ancak gerek imkansızlıklar sebebiyle gerek de gelecek planları sebebiyle bir türlü gerçekleştiremediğim hayallerimden biriydi. Son zamanlarda bu engellerden kurtulmam ile hayalimi gerçekleştirmek için kendimi yollara vurdum!

İstikamet olarak Belgrad’ı seçmemdeki kuşkusuz en büyük sebep Sırbistan’a vize olmaması. Sadece pasaportunuzu alıp 15 TL’lik yurtdışı çıkış harcını yatırmanız yeterli.

Gezi Planı

Ulaşım: Ulaşımı Pegasus ile sağladım. Biletleri seyahatten yaklaşık 2 ay önce, gidiş-dönüş 350 TL gibi bir fiyata satın aldım ki bence gayet uygun.

Konaklama: Birçok arkadaşımın tavsiyesinin aksine, Airbnb yerine booking.com’dan hotel rezarvasyonu yaptırdım ve Hotel Constantine the Great‘de kaldım. Constantine the Great Belgrad’daki en iyi otellerden biri; ancak diğer alternatiflere göre biraz tuzlu. Benim kaldığım 30.03 – 04.04 tarihleri arasında konaklama gecelik €80 civarındaydı; fakat dediğim gibi Belgrad’da çok çok daha ucuza yerler bulmak mümkün.

Gidiş

30.03 sabahı erkenden Sabiha Gökçen Havalimanı’na doğru yola çıktım. Uçak yaklaşık yarım saatlik rötar ile kalktı ve 1,5 saatlik bir yolculuğun ardından Nikola Tesla Havaalanı’na iniş yaptı. Uçağın çoğunluğu bir şirketin promosyon gezisi ile 2 günlük Belgrad turu için gelen insanlardan oluşuyordu. Uçakta bu gezi kapsamında gelmeyen bir avuç insandan biriydim. Bu pasaport görevlisi arkadaşların da dikkatini çekmiş olacak ki bu kafile ilen gelen abiler ablalar vızır vızır pasaport kontrolünden geçerken ben yaklaşık 20 dakika boyunca “Neden tek geldin?”, “Sırbistan ile ilgili ne biliyorsun?”, “Sırbistan’ı tercih etme sebebin ne?” gibi sorulara maruz kaldım. En son sorulan “Yanında ne kadar para var?” sorusuna “€1,000” cevabını verdiğim pasaport polisi arkadaş koca bir gülümseme ile “Welcome to Serbia!” dedi ve Sırbistan’a adımımı nihayet atabildim.

Pasaport kontrolünden geçip dışarı doğru yönlendiğinizde önünüze direkt birkaç kişi atlayıp “Taxi?” diye sormaya başlıyor. Bu arkadaş yüzünden kazıklanmanıza hiç gerek yok; çünkü çıkış kapısına yakın bir yerde “Taxi Information” bölümü bulunuyor. Buradaki görevlilere gideceğiniz adresi söylüyorsunuz; onlar da size bir fiş veriyor üzerinde kaç dinar (Sırbistan’ın resmi para birimi Sırp dinarı) ödeyeceğiniz yazılı olan bu fiş ile birlikte bir taksiye binerek kazıklanma riski olmadan otelinize ulaşabiliyorsunuz. Havaalanından otele yaklaşık 20 dakikalık mesafe için 1,800 dinar (=€15) ödedim.

Şehir

Belgrad Sovyetler dönemi havasını hala yaşatabilen; ancak çok hızlı bir şekilde değiştiği apaçık belli olan Tuna ve Sava nehirlerinin arasında bir Balkan şehri. 1,5 milyonluk nüfusa sahip şehirde dolandığım 5 gün boyunca trafik namına en ufak bir sıkışıklığa dahi rastlamadım. Şehir ayrıca son derece güvenli. Özellikle haftasonları gece 3 – 4 gibi bile insanlar rahatça etrafta dolanıyorlar.

Belgrade_at_night

Geceleyin Belgrad

İnsanlar

Sırplar son derece gururlu, sıcakkanlı ve yardımsever insanlar. Türklerle olan karmaşık tarihleri sebebiyle hem Türklerden çekindiklerini hem de Türklere korku/saygı arası bir duygu beslediklerini söyleyebilirim. Bunu özellikle Belgrad içindeki müzeleri ve tarihi yerleri gezdikçe çok daha fazla hissediyor ve fark ediyorsunuz.

Bir de Sırp kızlarının dillere destan güzellikleri var tabi. Ne yalan söyleyeyim; Sırbistan’a gitmeden önce arkadaşlarımın bu durumu biraz abarttıklarını düşünüyordum; ancak gidip kendi gözlerimle gördükten sonra ben de artık onlarla aynı fikirdeyim. Resident Evil filmlerinin başrol oyuncusu Milla Jovovich’in de baba tarafından Sırp asıllı olduğunu hatırlatalım.

4631_milla_jovovich

Milla Jovovich

Sırplar ırk olarak çok uzun boylular; erkeklerinin yanında 1,85’lik boyumla kendimi cüce gibi hissediyordum. Topuklu giyen kızların çoğunluğu ise neredeyse benimle aynı boya geliyordu.

Yemekler

Bir Türk olarak yemeklere karşı yabancılık yaşamayacağınızı size garanti edebilirim. Sırp mutfağı, Osmanlı boyunduruğu altında yaşadıkları zamanlardan kaldığını düşündüğüm bir şekilde inanılmaz derecede Türk mutfağına benziyor. Öyle ki geleneksel yemekleri bildiğimiz köfte yanında soğan ve domates. Yine de ilginç tatlar tadabileceğiniz mekanlar bulunuyor.

IMAG0191

Geleneksel Sırp Yemeği – Adını hatırlayamadım

Gezilip Görülmesi Gereken Yerler

Cumhuriyet Meydanı: Şehrin merkezi, bir nevi Taksim Meydanı.

IMAG0188

Cumhuriyet Meydanı’nda Selfie ile İmtihan

Knez Mihailova: Taksim metaforundan devam edersek, şehrin İstiklal Caddesi. Alışveriş, yeme-içme için en uğrak mekan, çoğunlukla kalabalık oluyor.

IMAG0189

Knez Mihailova, Nam-ı diğer Serbian İstiklal Street

Kalemegdan: Knez Mihailova caddesinin sonunda yer alan; şehirdeki kalenin ve önündeki parkın bulunduğu alan. Kelime de Türkçe’den Sırpça’ya geçmiş. Orjinali Kalemeydan. Kalemegdan Parkı halkın yürüyüş yapmak ve çimlerde oturmak için sıklıkla uğradığı bir mekan. Ayrıca bu parktan çok da güzel Tuna ve Sava Nehri manzarası seyredilebilir.

IMAG0210

Kalemegdan Parkı’ndan Panaromik Tuna ve Sava Nehirleri Manzarası

Kaleye doğru yaklaşıp burçların altından geçtikten sonra solunuzda kalan alanda Ordu Müzesi’ni (Military Museum), İşkence Aletleri Sergisini; sağınızda kalan alanda ise Belgrad Hayvanat Bahçesini ziyaret edebilirsiniz. Düz devam ederek kalenin avlusuna çıkabilirsiniz. Buradaki Kalemegdan Teras Restoran’da -eğer yer bulabilirseniz- bir bira içmenizi tavsiye ederim.

IMAG0206

Kalemegdan – İç Kısımlar

Skadarlija: Şehrin bir diğer turistik caddesi. Cağaloğlu taraflarına benzetmiştim ben ilginç bir şekilde. Buradaki mekanlar çok nezih ve yemekler çok lezzetli. Özellikle Dva Jelena restoranı, geyik eti gibi farklı tatlar tatmak isteyenler için ilginç bir seçenek olabilir.

IMAG0264

Turistik caddenin başında da çok cezbedici mekanlar bulunsa da; sonuna kadar gittikten sonra kararınızı verin

Usce: Şehrin Yeni Belgrad diye tabir edilen, Sava Nehri’nin kıyısındaki ve Kalemegdan’ın direkt karşısındaki parkın adı. Bu parkın en önemli özelliği nehrin üzerinde bulunan Belgrad’ın gece klüplerinin çoğunun burada olması. Buradaki gece klüpleri arasından benim önerim Splay Dragstore. İçerideki ortamı merak eden beyleri bayanları şöyle alalım.

Saint Mark’s Kilisesi: Nikola Tesla Müzesi’ne giderken bir parkın içinde keşfettiğim kilise. Park da biraz dinlenmek ve soluklanmak için ideal.

IMAG0216

Saint Mark’s Kilisesi – Havada bulut yok

Saint Sava Tapınağı: Sırplar için çok önemli bir ruhani lider olan Saint Sava’ya adanmış tapınak. Şehirin simgelerinden biri.

IMAG0249

Tüm heybetiyle Saint Sava Tapınağı

Nikola Tesla Müzesi: Nikola Tesla’yı bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Sırp asıllı dahiye adanmış, hayatından kesitler ve icatlarından nadide parçalar bulunan müze. Tesla Coil demonstrasyonunda acele edin ve bir florasını önceden kapın!

IMAG0230

Elektriğe hükmeden adam – Nikola Tesla

Sırp Tarihi Müzesi: Republic Square yakın mesafede bulunan, Sırp’ların geçmişten günümüze tarihlerinin anlatıldığı müze. Ara ara geçici sergiler de bulunuyormuş; ben Nikola Tesla gibi bir Sırp dahi olan Michael Pupin’in sergisine denk gelmiştim.

Belgrad 3 – 4 günlük bir seyahat için hem uzaklık, hem maddi, hem de manevi olarak en ideal yerlerden birisi. Aklınızda buraya gitmek ile ilgili en ufak bir tereddüt varsa; onları hemen savuşturun ve uçağa atlayın. Pişman olmayacaksınız.

Amsterdam notlarında görüşmek üzere.

Eğer Yıldızlararası (Interstellar) ile İçinizdeki Uzay Aşkı Coştuysa…

Yıldızlararası benim için tartışmasız 2014’ün en iyi filmiydi. Zaten filmin aldığı IMDB ve Rotten Tomatoes notları bunu doğruluyor. Özellikle Hobbit: Beş Ordunun Savaşı ve Açlık Oyunları: Alaycı Kuş – Bölüm 1’in yarattığı hayal kırıklığı ve hezimetten sonra, bu kadar ilham verici bir film ilaç gibi gelmişti.

Eğer siz de Yıldızlararası’nı izledikten sonra, içinizde uzay ile ilgili içerik tüketmeye dair bitmek tükenmek bilmeyen bir hisse kapıldıysanız, aşağıda önerdiğim filmlere, dizilere ve belgesellere göz atmalısınız.

Kozmos: Bir Uzay Serüveni: Neil DeGrasse Tyson’ın efsanevi anlatımıyla, kozmos sizi uzayın derinliklerine götürüyor. Her izleyicinin kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanmaya özen gösteren belgeseli HD/UHD bir TV’de izleyip, görsellerinin hakkını vermenizi tavsiye ediyorum.

Yıldız Savaşları (Star Wars): Yorum yapmaya gerek yok.

Galaksinin Koruyucuları (Guardians of the Galaxy): Marvel’ın üvey evladı konumundaki Galaksinin Koruyucuları evreninin ilk filmi beklentilerin çok üstünde çıkınca gişe patlaması yaşadı ve hemen ikinci filminin çekimleri başladı. Biraz daha mizahi bir tonda uzay filmi izlemek isteyenler için ideal. Groot!

Star Trek (2009) & Star Trek: Karanlığa Doğru (Into Darkness): Benedict Cumberbatch’in Khan rolünde olduğunu bilmek izlemek için yeterli sebep sanırım.

Wall-E: Çoktan DVD kütüphanelerimizde yerini almış olsa da, Wall-E bir uzay animasyonu klasiğidir.

Yerçekimi (Gravity): Her ne kadar ben (özellikle bilimsel gerçeklik bakımdan tutarlı olmadığından) sevmesem de; bir çok oskar almış bir film olduğu için bahsetmeden geçmek olmazdı.

Battlestar Galactica: 2004 – 2009 yılları arasındaki bilimkurgu dizileri arasında en çok izlenilen dizidir Battlestar Galactica. İzlemediyseniz hemen başlamanız gerek!

Tabi ki daha bahsedilebilecek binlerce içerik var; ancak bunlar benim favorilerim. Özellikle Kozmos: Bir Uzay Serüveni’ni her insan evladının izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, her ne kadar konuyla çok alakalı olmasa da, kafayı uzay ile bozmuş bir müzisyenden ve bir de müzik grubundan bahsetmek istiyorum: Gayet Su Akyol ve Bubi Tuzak. Aslında Bubi Tuzak elemanları hem Gaye’nin arkasında çalıyorlar; hem de ayrı olarak bir gruplar. En güzel ortak yanları ise yurtdışındaki arkadaşların değerlendirdikleri gibi “sci-fi arabesque” yapmaları. Ciddi anlamda uzay saplantıları olan bu arkadaşların neredeyse her şarkılarında bir uzay göndermesi bulmak mümkün. Zaten Bubi Tuzak’ın ilk ve tek albümün adı da Uzay Yolları Taştan. Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için aşağıdaki müzik videolarını izleyebilirsiniz!

Bubi Tuzak – Talebe

Gaye Su Akyol – Develerle Yaşıyorum

Lost Aliens (Süper Uzaylılar) Facebook Reklam Çalışmasının 5 Günlük Analizi

Bir önceki yazımda Lost Aliens veya Türkçesi ile Süper Uzaylılar android oyunumun yapım sürecinin nasıl başladığına ve seyrettiğine değinmiştim. Ancak, her bağımsız oyun geliştiren arkadaşın da bir noktadan sonra, biraz da acı bir şekilde öğrendiği gibi; bir uygulama yazıp, onu uygulama pazarında yayınlamak işin sadece başı. Asıl iş bu noktadan sonra başlıyor.

Herhangi bir şekilde ismi duyulmamış bir geliştirici olarak bu işe başlıyorsanız, uygulamanızın keşfedilmesi için reklam platformlarında dijital ve mobil reklam vermeniz zorunlu gibi. Size en kısa sürede sonuç verecek çözümlerin başında bu iki mecra geliyor.

Her ne kadar Adwords bu konuda zaten kendini kanıtlamış bir reklam platformuna sahip olsa da; Önerilen Uygulamalar şeklinde kullanıcıların Haber Kaynağı’nda tanıtım yapmasıyla ve tabi ki inanılmaz hedefleme seçenekleri ile Facebook biraz daha ağır bastı ve ilk reklam çalışmamı Facebook ile yapmaya karar verdim. Oyunun Türkçe versiyonu için sadece Türkiye’de, İngilizce versiyonu için ise Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde iki reklam kampanyası düzenledim. Sonuçları ise aşağıdaki gibi:

 

Türkçe Reklam Kampanyası 

  • Konum: Türkiye
  • Yaş: 25 yaşında ve daha küçük (Kampanya başladıktan 2 gün sonra 25 yaş üstü kesimin ilgisinin az olması sebebiyle bu şekilde ayarlandı.)
  • Mobil cihazlarda haber kaynağı sayfasında
  • Kullanılmakta olan işletim sistemi: Android sürüm 2.3 veya üstü
  • Facebook’a erişmek için kullanılan ağ: Wi-Fi
  • Potansiyel hedef kitlesi: 10.400.000 kişi
  • Kullanılan yazı: Birbirlerinden Dünya olarak bilinen tehlikeli gezegende ayrı düşmüş uzaylılara yardım edin
  • Kullanılan simge görseli:

logo_170x170

  • Kullanılan ekran görüntüleri:

2 3 4 5 6

 

İngilizce Reklam Kampanyası

  • Konum: Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık
  • Yaş: 40 yaşında ve daha küçük
  • İlgi Alanları: Mobile game, Video oyunları veya Teknoloji
  • Mobil cihazlarda Haber Kaynağı sayfasında
  • Kullanılmakta olan işletim sistemi: Android sürüm 2.3 veya üstü
  • Potansiyel hedef kitlesi: 62.000.000 kişi
  • Kullanılan yazı: Help and Reunite LOST ALIENS from outer space in the distant planet known as Planet Earth.
  • Kullanılan simge görseli ve ekran görüntüleri Türkçe kampanyanınkiler ile aynı

Android cihazlardaki örnek görüntülenme:

sample_ss

 

 

Veriler: (Büyütmek için tıklayınız)

Türkçe Reklam Kampanyası

turkish_chart

Toplam İndirme Adedi: 226

Tekil Tıklama /  İndirme Adedi: 1,96

İndirme Başına Harcanan TL: 0,12

 

İngilizce Reklam Kampanyası

eng_statistics

Toplam İndirme Adedi: 81

Tekil Tıklama /  İndirme Adedi: 1,51

İndirme Başına Harcanan TL: 0,34

 

Analiz:

Verilere bakınca belki de göze çarpan ilk durum; oyuna hem Türkiye’de hem de yurt dışında 13-17 yaş aralığındaki çocukların rağbet etmeleri. Genel olarak oyunun tonuna, ücretsiz olmasına bakacak olursak; bu sonuç çok ilginç değil. Şahsen benim çok ilginç bulduğum ise 13-17 yaş aralığındaki genç kızların iki lokasyonda da az bir farkla, tekil tıklamalarda üstünlük sağlaması. Açıkçası bu yaş aralığındaki erkek çocuklarının tıklama oranının çok daha yüksek olacağını düşünüyordum.

İki lokasyon arasındaki belki de en büyük fark oyunla ilgilenen kitledeki yaş aralığının genişliği. Türkiye’de 25 yaş üstü kişiler oyuna tamamen kayıtsız kalıyorlar diyebiliriz. Yurt dışında ise bu durum 35 yaşından itibaren başlıyor.

ABD ve Birleşik Krallık’ta reklam vermek tabii ki Türkiye’de reklam vermeye göre daha pahalı. ABD ve Birleşik Krallık’ta 1000 kişiye ulaşmak için verdiğimiz ücret Türkiye’de 1000 kişiye ulaşmak için verdiğimiz ücretin yaklaşık 3 katı. Aynı şekilde tıklama başına verilen ücret %70, indirme başına verilen ücret ise %183 daha fazla. Ancak yurt dışı pazarı tıklama/indirme oranı bakımdan daha verimli: Türkiye’de her 2 tekil tıklama bir indirmeye dönüşürken; yurt dışında her 1,5 tıklama bir indirmeye dönüşüyor.

Tabii ki bir diğer önemli veri de bu iki kitlenin reklam geri dönüşleri. Maalesef veriyi aldığım aralık çok kısa olduğu için çok güvenilir bir reklam geliri verisi yok elimde. Ancak ilk aşamada gördüğüm ABD ve Birleşik Krallık’tan alınan bir tıklamanın getirisi Türkiye lokasyonlu bir tıklamanın yaklaşık 4 katı. Eğer bu oran uzun dönemde kendini korursa reklamlardaki odağın bariz bir şekilde ABD ve/veya Birleşik Krallık olması gerekir.

Bir Hayalin Gerçeğe Dönüşmesi

Uzun bir süredir (yaklaşık 2,5 ay) blogumda herhangi bir paylaşımda bulunmuyorum; bulunamıyorum. Her ne kadar bu konuda kendimi kötü hissetsem de; kendimle ilgili çok güzel bir amaç için, uzun süreli bir hayalimin gerçeğe dönüşmesi için harcadım bu zamanı.

Aslında her şey çok tesadüfi olarak yine bloga birkaç yazı hazırlamak için uğraşırken; Game Maker: Studio adlı bir programın yazısını görmemle başladı. Çok düz bir isim olduğu için, ne olduğu ile ilgili çok fazla bir şüphem olmadan linke tıkladım ve makaleyi okumaya başladım. Açıkcası ismin basit ve düz oluşundan çok sıradan ve kısıtlı bir yazılım olacağını düşünmüşüm. Tahmin edebileceğiniz üzere yanılmışım.

Game_Maker_Studio_Logo

Game Maker çok uzun süreden beri var olan (Bu yüzden nasıl bu zamana kadar haberim olmamış, bir türlü anlayamıyorum) bir program aslında. Game Maker 8’den sonra isim Game Maker: Studio olarak değiştirilmiş. İsminden de anlayabileceğiniz üzere bir oyun kodlama programı. Ancak programı ünlü yapan en büyük özelliği oyun programlamadan zerre anlamayan, orta derecede bilgisi olan ve gerçekten deneyimli tüm kitlelere çok etkin bir şekilde hitap edebilmesi. Her ne kadar kulağa çok klişe gelse de 2,5 aylık bir uğraşının ve ortaya çıkmış bir ürünün ardından gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki; son derece doğru bir söz.

Game Maker benim de programla tanıştığımda dahil olduğum “oyun programlamadan zerre anlamayanlar” kitlesine sürükle-bırak programlama yapısıyla hitap ediyor. İlk olarak öğrendiğiniz Olay – Eylem (Event – Action) yapısıyla oyununuzun hangi durumlarda nasıl hareket edeceğine kadar vermek oluyor. Çok fazla detaya girmek istemiyorum; çünkü orası uçsuz bucaksız bir alan ve benim halen burada çok fazla bilgi verecek kadar tecrübem yok maalesef. Bu programa yeni başlayacak olan arkadaşlar için yapılacak en mantıklı hareket -benim de yaptığım- kesinlikle ve kesinlikle Game Maker’s Apprentice ve Game Maker’s Companion kitaplarını hatım etmeleri. Bu iki kitap yazdığım sıra ile okunmalı ve üzerindeki hiçbir örnek oyun atlanmadan, program ile yaratılmalı. İnanın, her tamamlanan oyun ile birlikte çok fazla bilgi ediniyorsunuz ve daha da güzeli bu program ile birlikte gerçekten birşeyler üretebileceğinizi, kendi oyununuzu yapabileceğiniz gerçeğini kavrıyorsunuz. Bana da olan tam olarak buydu!

 

Peki ben ne yaptım?

Öncelikle kitapları okurken ve uygulamaları yaparken sık sık ara vererek öğrendiklerim ile kendi kafamdaki bazı basit oyunları yazmaya başladım. Arkadaşlarla geyik yapmak için birkaç komik oyun hazırladıysam da; bunlardan da çok fazla deneyim edindim. En sonunda Game Maker’ın profesyonel versiyonunu, android uygulama üretebilmek için android eklentisini ve iyi bir görsel setini edindim; akabinde ilk ciddi oyunumu yazmaya başladım. Yaklaşık 2 ay ve birçok uykusuz gece sonunda Amazon Appstore’da ingilizce, Google Play’de ise hem İngilizce, hem de Türkçe versiyonları bulunan 5 bölümlük, Super Mario Bros. tarzı bir platform oyunu sahibiyim.

logo_170x170

Lost Aliens (Süper Uzaylılar)

Kısa bir gameplay videosu:

Amazon Appstore – İngilizce

Google Play – Türkçe

Google Play – İngilizce

Twitter sayfası @crocusgames

 Birbirlerinden, Dünya olarak bilinen uzak ve tehlikeli gezegende ayrı düşmüş sevimli uzaylı arkadaşlarımıza yardım edin!

Uzaylı dostumuz Mavi, en yakın arkadaşı Kırmızı’yı arıyor. Maalesef UFO’ları Dünya’ya çaptığında ayrı düştüler. Mavi, arkadaşı Kırmızı’yı bulup evlerine dönmek için; Toprak Ülkesi, Mağara Ülkesi, Mantar Ülkesi ve Kar Ülkesi gibi Dünya’nın farklı bölgelerine yolculuk yapmak zorunda. En büyük macerasında ona eşlik ve rehberlik edin.

Süper Uzaylılar, stil olarak kendine Mario’yu örnek almış; hoplamalı, zıplamalı, koşmalı ve çoğu kez tekrar denemeli bir platform oyunudur. Arazi engellerini, hareketlerinizi doğru zamanlayarak aşın. Unutmayın; Mavi her ne kadar sevimli olsa da, Dünya’daki vahşi hayvanlardan bazıları ondan hoşlanmayabilir. Kaderiniz sizi büyük mü büyük örümceklerin, dev eşek arılarının, saldırgan lav yılanlarının ve daha nicelerinin arasına sürükleyebilir. Ancak korkmayın; sizin Alevtopu fırlatma gibi süper bir özel yeteneğiniz var. Yeter ki doğru olarak kullanın!