date=”10.03.2016″ destination=”New York City”

En son yazımda hayatımla ilgili verdiğim önemli bir karardan; kariyer değişikliğimden ve bunun getirdiği belirsizlikten bahsetmiş; programlama alanında alacağım eğitim için önümde uzunca bir araştırma süreci olduğunu yazmıştım.

21.07.2016 tarihi itibariyle aldığım kabul mailiyle araştırma süreci tamamlanmış; bu “belirsizlik sisi” biraz aralanmış bulunuyor: 3 Ekim tarihinde, New York’ta “Android Development Immersive” programına başlıyorum!

Sayısız Olasılık: Eğitim Kurumları, Programlar ve Ülkeler/Şehirler

İnsanın kendine tamamen yeni bir şeye başlarken yaşadığı en büyük problem kuşkusuz bilgisizlik ve kararsızlık. Kariyer değişikliği konusunda kararlı olmama rağmen; programlamanın hangi kısmı üzerine eğitim almam gerektiği konusunda tabiri caizse “cahildim”. Programlama da; kullanılan diller açısından kendi içinde onlarca alt kırılıma ayrıldığından; kendime en uygun dalı bulmak çok da kolay olmadı.

Bunun üzerine bir de hangi seviyede bir programa katılmak gerektiği, (BS, MS, sertifika vs.) eğitim ücreti, hangi ülke/şehirde hayat masraflarının en uygun olduğu ve mezuniyet sonrası hangi ülke/şehirde iş bulma olasılığının en yüksek olduğu gibi parametreleri de eklediğimizde iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Bu durumda benim yaptığım ise; diğer tüm faktörleri denklem dışında bırakıp öncelikli olarak ne yapmak istediğimi belirlemek oldu. Tüm bu kariyer değişikliğini uygulama geliştirmek için yapıyordum; dolayısıyla çoğunlukla uygulama geliştirme üzerine odaklanmış bir program benim için en uygunu olacaktı. Bu kararı verdikten sonra ise hangi dili öğrenmek istediğimiz sorunu çıkıyor karşımıza. Neyseki buradaki seçim çok daha kolay ve limitli: Android üzerine odaklanmak istiyorsanız Java & XML, iOS üzerine odaklanmak istiyorsanız ise Swift öğrenmeniz gerekiyor. Uygulamalarımın ilk versiyonlarını hep Android’de çıkardığım ve Android üzerine çalışmak -nedense- hep daha az yorucu geldiği için; burada biraz daha duygusal bir karar ile Android üzerine yoğunlaşmayı seçtim. (2015 verilerine göre Dünya genelinde aktif olarak kullanılan 1.4 milyar Android cihaz bulunması da bu romantik kararımı bir miktar etkilemiş olabilir.)

Android_Logo_09

Geriye kalan; kendime maddi açıdan uygun, yaşamak isteyeceğim bir ülkede; iyi bir eğitim kurumu bulmak oldu ki; bu bölüm en can sıkıcı geçen kısımdı diyebilirim.

Araştırmalarıma ilk başladığımda en çok hoşuma giden program Vancouver – Kanada’da bulunan Vancouver Film School’un sunduğu “Programming for Games, Web + Mobile”  sertifika programıydı. Ancak hem programın ücreti, hem de programın birbiriyle çok alakası olmayan birden çok niş konuyu paketleyip sunması sebebiyle; bir süre sonra bu seçenek aklımdan çıktı. Bu aşamadan sonra ne kadar eğitim kurumu, program araştırdığımı gerçekten bilemiyorum; ancak hiçbiri gerçek anlamda içime sinmedi. Ta ki General Assembly’ye rastlayana kadar…

General Assembly, New York City

General Assembly programlama, kullanıcı deneyimi & dizayn, pazarlama vb. konularda eğitim veren, 2011 yılında hayatına start-up olarak başlamış; ancak aldığı yatırımlar ile dünya genelinde farklı ülke ve lokasyonlarda merkezler açarak hızlıca büyümüş bir eğitim şirketi. Daha detaylı bilgi isteyenleri şuraya alalım.

generalassembly-open-graph

General Assembly’nin benim için en “seksi” yanı ise; Android eğitim müfredatının tamamiyle Google ile birlikte oluşturulması ve bu sebeple Google onaylı nadir eğitim merkezlerinden biri olması. Bu, hem alacağım eğitimin güncelliğinin ve kalitesinin bir garantisi, hem de daha sonra staj/iş ararken “etiket” değeri yüksek bir özellik.

general-assembly-04

General Assembly New York Ofisi

Kabul Süreci

Eğitim paralı olunca; insan genelde “paraya basar girerim” gibi komik ve gerçek dışı bir yanılgıya düşebiliyor; ancak daha önce Sabancı MBA’ye kabul edilirken de gördüğüm üzere; sadece maddi anlamda eğitim masrafını karşılayabiliyor olmak, kursta yerinizi garantilemek için yeterli olmaktan çok uzak. General Assembly programa katılımcı sayısını sınırlı tuttuğu için sizi bir dizi mülakata sokuyor:

  1. Telefon mülakatı
  2. Programlama ödevi
  3. Görüntülü mülakat

Telefon mülakatı daha “soft” geçen; karşınızdaki arkadaşın; neyi neden ve gerçekten ne kadar istediğinizi tartıp anlamaya çalıştığı bir mülakat.

Bu mülakatı geçtiğiniz takdirde size bir programlama ödevi veriliyor. Burada “Ben programlama bilmiyorum; neyi nasıl yapacağım?” tarzı bir endişe kapılmaya gerek yok; çünkü ödevden önce yaklaşık 4-5 saat süren bir html & css eğitim sürecinden geçiyorsunuz ve ödev olarak, istenilen özelliklerde bir web sayfası kodluyorsunuz. Buradaki amacın sizin kodlama yaparkenki tarzınızı ve entellektüel merakınızı anlamak olduğunu düşünüyorum; yoksa kimse sizin ne kadar optimize kod yazdığınız veya sitenin dizaynı tarzı detaylara girmiyor.

Web sayfanızın kodunun beğenilmesi durumunda son olarak Skype veya Google Hangout üzerinden görüntülü mülakat yapılıyor. Bu mülakatta da sayfanızın kodu ile ilgili detaylı sorular ve “Sayfayı daha da geliştirecek olsanız neler yapardınız?” tarzı sorular yer alıyor. Bu aşamayı başarılı bir şekilde atlatabilirseniz; General Assembly’den resmi kabul mailinizi ve sonrasındaki süreci içeren bir mail alıyorsunuz.

Bundan Sonrası

Şu anda programla ilgili gerekli legal dokümanları dolduruyorum. Akabinde ise kalacak yer ve vize işlemleri ile uğraşacağım. Kalacak yer için General Assembly’nin önerdiği “adult dorm” konseptinde yerler mevcut; ancak orası olmazsa Airbnb’de uzunca bir araştırma süreci beni bekliyor demektir.

Yazının başında da söylediğim gibi; “belirsizlik sisi” artık yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. Sonunda içime sinen bir program bulduğum ve buradan da kabul aldığım için gerçekten çok mutlu ve heyecanlıyım. Bundan sonraki süreçte de yaşadıklarım ve tecrübelerimle ilgili yazılar yazacağım.

Başka yazılarda görüşmek üzere…

gty_new_york_city_jef_130409_wmain

Hayallerin Peşinden Koşabilme Cesareti

Kendimi bildim bileli teknoloji ve yazılım konularıyla ilgiliyim. Bu ilgi çok küçük yaşlarda sürekli bilgisayar oyunları oynama isteği olarak; ortaokul döneminde web tasarımına merak olarak; lise zamanında “hacker”lık olarak; üniversite ve sonrasında ise genel olarak ileri teknolojiye merak olarak dışa vurdu kendini. Hayatımda bu kadar büyük bir yer kaplamasına rağmen; her zaman bir hobi olarak gördüğüm bir durumdu; hiç bir zaman bu hobiyi hayatımı kazanmak için kullanacağım bir araç olarak düşünmemiştim. İyi ki de düşünmemişim; belki öyle olsaydı hobim benim için zorunluluğa dönüşecekti ve şu ankinden farklı bir yerde olacaktım.

Şimdi biraz geri gidelim. 2014 Nisan’ında hayatımı belli bir düzene oturtmam gerektiğini düşünerek Turkcell TV’deki pozisyonumdan istifa ettim ve askere gittim. Asker dönüşünde birkaç ay tatil yaptım ve bu süre içerisinde sırf merakımdan başladığım kod yazma konusunda kendimi ilerlettim ve bir uygulama yazdım. Uygulama oldukça olumlu bir tepki ile karşılandı. Öyle ki Güney Afrika’dan ücretsiz olarak uygulamama tasarım yapmak isteyenler oldu. Bu basit, “premium” görünümlü tasarım ile uygulama çok daha büyük kitlelere ulaştı.

Bu arada Digiturk Pazarlama’da Ürün Yöneticisi olarak işe başladım. Gündüzleri Digiturk’te çalışırken akşamları ise kendime kod öğretmekle; uygulamama güncelleme çıkmakla geçiyordu.

Bu süre içerisinde aklımda bir fısıltı olarak başlayan bir soru ise giderek şiddetini ve tonunu arttırdı: Neden bu işi yapmıyorsun?

Çok uzun bir süre boyunca eğer böyle bir kariyer değişikliği yapmak istersem; artıları eksileri neler olur; gerekli yetkinlikleri elde etmek için maddi, manevi hangi fedakarlıklarda bulunmam gerekir diye kendi içimde muhakeme ettim. Açık konuşmak gerekirse çoğu zaman işin içinden de çıkamadım. Kariyer değişikliği, vaad ettikleri, yeni bir başlangıç yapmak kulağa çok heyecanlı ve romantik gelen şeyler; ancak bir yanda da buz gibi tedirgin edici bir gerçeklik var: kariyer değişikliğinin getirdiği büyük risk, yetkinliği elde etmek için yapılması gerekenlerin getireceği maddi yük ve kendi konfor alanının çok dışına çıkmak… Zaten millet olarak risk almak konusunda çekincemiz var; (Hofstede’ye selam olsun!) bir de bunun üzerine etrafımdaki hemen hemen herkesin “iyi şirkete kapağı atayım; maaşım garanti olsun” kafasında olması herhangi bir karar almamı iyiden iyiye zorlaştırdı.

Ancak bazen öyle bir an geliyor ki; insan kendi kendine şunu diyebiliyor: “Eğer bunu bugün yapmazsam; hayatım boyunca pişman olacağım.” Bunu gerçekten inanarak bir kez kendinize söyleyebildiğinizde; herşey o kadar açık ve net gözükmeye başlıyor; riskler o kadar kolay alınabilir gözüküyor ki… Ben de aynen bunu yaşadım. Eğer kendime bu şansı vermezsem bir ömür boyu “keşke” diyeceğim. Bunun farkındayım; bu sebeple artık karar vermiş bulunuyorum.

Şimdi önümde uzun bir araştırma süresi yatıyor. Kendime en uygun mobil uygulama dizayn/geliştirme programını seçip, uzun bir süreliğine yurtdışında gerekli eğitimi almayı düşünüyorum. Kanada ve Amerika’da süreleri 6 aydan 2 yıla kadar değişen programlar mevcut. Programların en güzel yanı ise;  mezun olduktan sonra kariyer danışma hizmetleri kapsamında bulundukları ülkelerdeki oyun stüdyolarında staj imkanları sağlıyor olmaları. İlk full-time iş deneyimini benzer bir şekilde Sabancı MBA’in kariyer danışmanlık hizmetleri sayesinde bulmuş biri için; bu son derece önemli. Yurtdışında iş bulmak çoğunlukla ilk başta bu şekilde şirketlerin “içine sızmakla” mümkün oluyor maalesef.

Bunları söylemekle beraber; hayatta her şey mümkün. Başarısız olmak da bunlardan biri. Kendimden elimden gelenden çok daha fazlasını yapacağım konusunda eminim; ama bazen bu bile yeterli olamayabiliyor. Böyle bir durum olursa; her zaman için kendi kariyerime dönüş yapabilirim ve bir sonraki gireceğim şirketin böyle bir maceraya atılışımı ve yurtdışı tecrübemi bir eksiklikten ziyade; pozitif bir durum olarak algılayacak ve artı haneme yazılacak bir durum olarak görecek bir şirket olmasını tercih ederim.

Yazının başında da söylediğim gibi; hayatım boyunca hobim olan teknoloji merakını hiç bir zaman hayatımı kazanacağım bir iş olarak görmemiştim; ancak biz kendi yolumuzu; kendimizden çok emin bir şekilde santim santim çizerken; hayat kenardan gülümsüyor ve çok küçük bir dokunuşla yıllardır var olan planları, hedefleri; bazen daha iyileri ile bazen ise daha kötüleriyle bir saniye içinde değiştiriyor. Bize düşen ise bu yeni yola kendimizi adapte edip, tekrardan çizmeye başlamak. Ta ki hayat tekrar gülümsemeye başlayana kadar…

bb5ea8f7ee377128fa1d08af2862fcae

Google Türkiye Ofisi’nde Admob Çalıştay’ına Davetliydim!

Geçen Temmuz ayının sonuna doğru, Admob’un Türkiye sorumlusu arkadaştan bir mail aldım. Kendisi Türkiye’ye gelmiş ve Admob üzerine bir çalıştay yapmaya karar vermiş. Bu çalıştaya benim gibim uygulama geliştirici arkadaşları davet etmiş. Hem Admob ile ilgili birinci elden bilgi almak, hem de diğer geliştirici arkadaşlar ile tanışmak için mükemmel bir fırsat olduğunu düşündüğüm için teklifi hemen kabul ettim.

22 Temmuz günü Google’un Türkiye ofisinde toplandık. Toplam 20 – 25 kişilik bir ekip çalıştaya katılmıştı. Herkes hemen hemen benim yaşlarımda. Konu da zaten belli olduğu için muhabbet kendiliğinden başlamış. Ben de muhabbete dahil oldum ve çalıştay başlayıncaya kadar muhabbet ettik. (Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim. Toplulukta bulunan en amatör geliştirici bendim. Benim dışımda herkes yazılımcıydı.)

Daha sonra çalıştaya geçtik. Öncelikle İrlanda’ya bağlanarak Google Admob Politikaları üzerine bir sunum ve soru & cevap bölümü oldu; daha sonra ise Admob ile kazançları arttırmak için neler yapılabilir; reklam yerleştirme, reklam gösterme frekansı için optimum değerler nelerdir gibi bir “en iyi yöntemler” bölümü oldu. En son da ise herkes özgür bir şekilde birbirlerinin uygulamaları hakkında konuşmaya başladı.

Bu çalıştayda hem bilindik gelen, hem de beni şaşırtan şeyler oldu:

Geliştiriciler Google Politikaları ile problem yaşıyorlar.

Bu beni şaşırtan durumlardan biri oldu. Şu zamana kadar bana Google’dan herhangi bir uyarı veya daha da radikal bir şekilde reklam yayınlamama engel gelmedi. Ancak çalıştaydaki çoğu arkadaş bu durumdan muzdaripti. Çoğunun en az bir kere uygulamasındaki reklam gösterimleri durdurulmuş. Buradaki temel problem, reklam gösterimleri durdurulmadan önce bir uyarı mailinin gelmemesi ve reklam gösterimleri durdurulduktan sonra gelen bilgi mailinde, gösterimlerin neden durdurulduğuna dair net bir açıklama yapılmaması. Dolayısıyla geliştiriciler deneme & yanılma şeklinde reklamları tekrar açtırma peşine düşmüşler. Admob sorumlusu arkadaş bunun sebebinin uygulama çeşitliğin çok fazla olması ve bu yüzden bir standart belirlenememesi olduğunu söyledi bizlere; ancak gelen maillerde daha fazla detay vermek için bir çalışma mevcutmuş Google içinde de.

Türkiye için eCPM’in çok çok düşük olması.

Ben ilk uygulamam “Süper Uzaylılar”ı yaptığım zaman reklamdan kazanç sağlamak için kesinlikle yurtdışı odaklı bir proje yapmak gerektiğini anlamıştım zaten. Türkiye’de hem gösterim, hem de tıklama için verilen birim fiyat gerçekten komik denecek kadar düşük. Şu durumda reklam üzerinden gelir yaratacak bir uygulama milyonlara gitmeyi hedeflemediği sürece kesinlikle ve kesinlikle yurtdışındaki kullanıcı kitlesini hedeflemesi gerekiyor. Google da eCPM’in Türkiye için çok düşük olduğunun farkında; ancak bu biraz da Türk reklam verenlerin mobil pazara kayışı fark edip, mobilde reklam vermeyi öncelik haline getirmesi ile çözülebilecek bir sorun maalesef.

Yeni Reklam Ürünleri, Native Reklamlar ve Yayınlanan Reklam Türleri Üzerinde Kontrol

Mobil uygulama kullanımın ve bu uygulamalardan elde edilen reklam gelirlerinin sürekli olarak artmasıyla beraber, pastadan pay almak isteyen reklam ağları da sürekli olarak yeni reklam ürünleri ortaya çıkarıyorlar. (Oyunlarda belli bir miktar oyun içi para kazanmak için reklam videoları izlediğiniz model, uygulamayı silmeye çalıştığınızda oyunla ilgili indirim ve teklifler sunan model vs.) Çalıştaydaki geliştirici arkadaşlar Admob’un bu konuda biraz yavaş kaldığını belirttiler ki bu konuda onlara katılmamak elde değil.

Bir diğer konu native reklam eksikliğiydi. Native reklamlar, uygulamalarınızın içine gömdüğünüz ve kendi kullanıcı deneyiminize ve tasarımınıza benzetebileceğiniz reklamlar demek oluyor kaba tabir ile.

Son olarak uygulamanızda hangi tür reklamların çıkabileceğine karar verme mekanizması eksikliğinden bahsedildi. Geliştiricilerin çoğu platform mobil olduğu için uygulama indirme reklamları göstermek istiyorlar uygulamalarında; ancak şu anda web sitelerine yönlendiren reklamlar da bolca çıkıyor karşımıza. Hali hazırda böyle bir opsiyonumuz yok.

İlk iki konu için Google yeni ürünlerin beta aşamalarında olduğunu ve Türkiye’den de büyük firmaların bu betalara katıldığını belirtti. Ancak son konu da Admob’un belli bir reklam havuzu olduğu ve reklamlar bu havuzdan servis edildiği için, direkt olarak reklam türlerine karar vermemiz en azından kısa vadede çok mümkün gözükmüyor.

Miktar > Kalite (!)

Geliştirici tarafında gördüğüm en büyük eksiklik ise genel olarak miktar ve adetlerin uygulama kalitesinin önüne geçtiği (yanlış) algısı.

Daha fazla uygulama yazalım, daha fazla reklam gösterelim, daha fazla kazanalım düz mantığı maalesef uygulamalarda çok işe yaramıyor. Reklamdan gelir kazanmak ve bu gelirin artan bir eğilim göstermesi için kullanıcıların uygulamayı düzenli olarak kullanması gerekiyor. Bunun için gerekli analiz araçları (Cohort Analizi) Google Analytics üzerinde bulunuyor.

Örnek vermek gerekirse, geliştirici arkadaşların tam sayfa reklamları her 3 – 5 dakikada bir gösterdiğini görünce ben şok oldum. Ben kendi uygulamamda tam sayfa reklamları 24 saatte sadece 1 kere gösteriyorum ve buna rağmen insanlar çok fazla reklam olduğundan şikayet ediyorlar. 3 – 5 dakikada bir tam sayfa reklam gösteren bir uygulamanın yine  “3 – 5 dakika” içinde silinmesi bence kaçınılmaz.

Bir diğer dikkat çeken nokta ise genel olarak arkadaşların uygulamarına pazarlama desteği vermemeleri. Tabi ki bu işi yapanlar var; ancak çoğu sadece birkaç kere Facebook gibi ağlara uygulama indirme reklamları çıkmışlar. Sosyal medya (Instagram, Twitter, Facebook, Tumblr) kullanımı benim takip edebildiğim kadarı ile yoktu. Oysa bu tip tamamıyla ücretsiz pazarlama faaliyetleri ile günlük indirme adetlerini belli bir seviyeye taşımları işten bile değil.

Genel olarak çalıştaydan aklımdan kalanlar bu şekilde. Böyle rahat bir ortamı olan bir çalıştayda gerçekten işin içindeki insanlarla tanışmak çok keyifliydi. İleride de böyle etkinliklerin olması temennisiyle…

Lisanssız (Korsan) Game Maker: Studio ile Üretilen APK Google Play’e Yüklenebilir Mi?

Game Maker: Studio (GM:S) ve kendi oyunum Lost Aliens (Süper Uzaylılar) ile ilgili yazılarıma bu geçen altı ay içinde en çok gelen yorum programın lisanssız (korsan) versiyonları ile üretilen APK’ların Google Play’e konulup, konulamayacağı ve eğer konulursa herhangi bir problem ile karşılaşılıp, karşılaşılmayacağıydı.

Burada olayın etik yanının muhakemesini yapmak istemiyorum; ancak teknoloji ve yazılım sektörünün içinde olan bir insan olarak korsan ürün kullanmanın karşısında olduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. Programın sahibi firma olan YoYo Games periyodik olarak üründe %50 oranın indirimler yapıyor. Ben de programın profesyonel versiyonunu böyle bir indirim zamanında almıştım.

Şimdi gelelim asıl konumuza:

Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor. Bu konu ile ilgili kesin bir bilgiye sahip değilim; hem program hem de uygulama yükleme süreci ile ilgili deneyimim olduğundan mantık yürüteceğim. GM:S ve korsan yazılımlar ilgili kesin olarak bildiğim; birkaç yıl önce bir versiyonda korsan sürümlere önlem almak için şöyle bir yola gidilmiş:

Programa eklenen bir kod ile program, eğer korsan bir versiyon ise, bir şekilde bunu fark ediyor ve bunu fark ettiğinde üretilmiş tüm sprite’ları bir korsan bayrağı sprite’ı ile değiştiriyor. Nasıl çok haince; ancak bir yandan da çok dahice değil mi? Ancak maalesef evdeki hesap çarşıya uymuyor ve programı ücretini ödeyip, yasal olarak lisanslı alan müşterilerin birkaçının başına da bu olay geliyor. Bir gün uyanıp bilgisayarı açtığınızda tüm kodunuzun çöplüğe dönüştüğünü düşünün. İnsanın akıl sağlığıyla oynayacak kadar sinir bozucu bir durum! Bunun üzerine firma bu yoldan vazgeçiyor ve klasik DRM korumalarına geri dönülüyor.

Konuya direkt olarak giriş yapıyorum ve söylüyorum:

Hayır, korsan GM:S versiyonları ile ürettiğiniz APK’ların Google Play’e yüklenmesinde ve daha sonraki süreçte herhangi bir problem ile karşılaşacağınızı düşünmüyorum; çünkü aslında daha büyük bir sorun var. 

Uygulama geliştirme konusunda deneyimli olan arkadaşların da bileceği gibi Google ve Apple uygulama mağazalarının gereksinimleri konusunda sürekli olarak bir geliştirme ve değişim çabası içindedirler. Bu gereksinimler sizin uygulamanızın koduna, dizaynına ve diğer birçok parametresine müdahelede bulunur. Yaptığınız uygulama bu gereksinimlere uymak zorundadır; aksi halde ya reddedilir ya da kısa bir süre sonra mağazadan kaldırılır.

YoYo Games burada bahsettiğim parametreleri Google ve Apple’ın yayınladığı yönergelere göre ayarlayıp, sürekli olarak GM:S için güncelleme yayınlıyor ve sizin ürettiğiniz APK’ların bu kurallara uygun olmasını sağlıyor. Eğer korsan bir GM:S versiyonu kullanırsanız, sürekli olarak güncelleme şansınız olmayacağından ürettiğiniz uygulama belli bir süre için uygulama mağazalarının gereksinimlerini karşılasa da, bir zamandan sonra bu olanaksız olacağı için mağaza ile sürekli olarak problem yaşamaya başlarsınız. Örneğin Süper Uzaylılar için en son güncellememi 5 Mayıs 2014 tarihinde yapmıştım. Bu 7 aylık süreç içerisinde uygulama mağazasında yapılan değişiklikler yüzünden, kendi uygulamamı güncellemem gerektiğine dair 3 ayrı mail gelmiş. Eğer bir süre daha bu mailleri dikkate almazsam, uygulama mağazadan kaldırılacaktır.

Yani sonuç olarak toparlamamız gerekirse;

  • Lisanssız (Korsan) GM:S ile üretilecek APK’nın Google Play’e yüklenmesinde veya daha sonraki işlemlerde bir problem olacağını düşünmüyorum. 
  • Ancak uygulama yönetimi sürekli olarak güncellemeler gerektireceği için korsan ve güncellenmeyen bir GM:S sürümü ile başarılı ve stabil bir uygulama yönetimi yapılamaz.

Dijital İçeriklerimizi Satabilmeli Miyiz?

Dijital içeriklerin sahipliği konusu, tüm dünyada tartışılan ve halen üzerinde bir anlaşma sağlanamamış bir konu. Bu şekilde satılan içerikler çoğunlukla platformlara bağlı uygulamalar üzerinden çalıştığından, satıcı firma destek vermeyi kesse veya platformu tamamen kapatsa, para ödeyerek satın aldığımız bu içeriklerin akıbeti ne şekilde olacak sorusunun cevabına kimse tam olarak hakim değil. Bir başka tartışma konusu da; çoğu platformun dijital içerikleri satın aldığımız ve bağladığmız hesaplarını başka bir kişiye satmamızı ve devretmemizi yasaklıyor olması.

Bu tartışmaların gölgesinde Alman bir tüketici örgütü, (Verbraucherzentrale Bundesverband) Steam’in kullanıcı sözleşmesinde, hesapların satışını ve transferini engellediğini belirterek ikinci kez dava açtı ve kaybetti. Bu uzun süredir tartışılan konuyu tekrar alevlendirmişe benziyor.

Steam_logo.svg_

Peki Steam bu şekilde içeriklerin satışını yasaklamak konusunda haklı mı? Kullanıcılar satın aldıkları dijital ürün ve servisleri tıpkı fiziksel ürünler gibi satabilmeliler mi?

Açık konuşmak gerekirse ben de bu konuda kararsızım; çünkü bu konu göründüğünden daha karışık. Bir yandan, bir tüketici olarak para ödeyerek sahip olduğum bir ürünün, satış hakkı üzerindeki hakimiyetin sadece kendime ait olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde ben bu ürünü satın almamış; sadece platform bir gün kapanana kadar kadar kiralamış bir kullanıcı oluyorum. Düşünün; satın aldığımız bir otomobili satmaya kalktığımızda, aracı üreten firma bize bu işlemi yapamazsınız dese, herhalde bu olaya güleriz. Sahibi olduğumuz bir oyunu satamamamız da bu derece gülünç! İşin kötüsü bu durum sadece dijital oyunlar için değil; neredeyse dijital tüm içeriklerde (akıllı telefon ve tablet uygulamalarından, müzik arşivlerine kadar) durum üç aşağı beş yukarı aynı.

mac_app_store_icon-300x300

Öte yandan, bir de şöyle bir durum da söz konusu. Özellikle oyunların dijital versiyonlarının ve bu içerikleri dağıtan, başta Steam gibi platformların bu kadar popüler olmasındaki en büyük sebep; oyunları perakende satış fiyatlarının çok daha altında satabilmeleri. Daha önce bahsettiğimiz gibi dijital oyunların daha ucuz olmasında fiziksel oyunlara özgü basım, dağıtım vs. gibi maaliyetlerinin bulunmaması önemli rol teşkil ediyor. Dijital oyunların maaliyetlerini düşüren ve daha önce pek bahsetmediğimiz bir diğer etmen de; bu tip platformlardaki oyunların şu anki normlar gereği tekrar satılamıyor olmaları. Oyun yayıncıları, fiziksel olarak sattıkları oyunların tekrar satılabilme ihtimali bulunduğundan, buradaki fırsat kayıplarından oluşacak maaliyeti de bir şekilde oyun ücretlerine dahil ediyorlar. Ancak dijital olarak satılan oyunu sadece bir kullanıcı alıp oynayabildiğinden ve tekrar satma imkanı bulunmadığından; yayıncılar dijital oyunlara bu fırsat maaliyetini yansıtmıyorlar. Böylelikle, dijital oyunlar oyunculara daha ucuz fiyatlardan sunulabiliyor.

Dijital oyunların tekrar satılması konusunda madalyonun iki yüzü üstte açıkladığımı gibi. Bir tüketici olarak, sahip olduğumuz oyunları tekrar satabilme özgürlüğünü talep etmek en doğal hakkımız; ancak bu uzun vadede ucuz olarak temin etmeye alıştığımız dijital oyunların da fiyatlarının yükselmesi anlamına gelecektir.

Şahsi fikrim dijital oyunların -her ne kadar fiyatlarını belli bir oranda arttıracak olsa da- tekrar satışını mümkün kılacak hukuksal ve teknik geliştirmelerin gerçekleşmesi gerektiğidir. Bu şekilde, arşiv tutmayı sevmeyen (benim gibi!) tüketiciler sahip oldukları içerikler üzerindeki sahip olma haklarını rahatça başka kullanıcılara aktarabilirler.

Oyunlar da Viral Olur: Flappy Bird

GÜNCELLEME: Flappy Bird tüm uygulama dükkanlarından çekilmiş durumda. Android cihazlar için oyunun .apk dosyasını aratarak tekrar oynayabilirsiniz. IOS için ise bu maalesef mümkün değil.

Profesyonel mobil oyun geliştiricileri bağımlılık yapıcı, etkileyici görsellere sahip ve viral bir oyun yapmak için aylarca uğraşadursun, Vietnam’lı Dong Nguyen’in birkaç gece kodlama ile ortaya çıkardığı ve şu sıralar ortalığı kasıp kavuran oyun Flappy Birds günlük 50.000$’lık gelir yaratıyor. Bu 1 ay içinde 1,5 milyon dolar gelir getiriyor demek! İnanılmaz!

Flappy-Bird-

Hala oyunu indiren 50 milyonluk dev kitlenin içinde bulunmuyorsanız, yüksek ihtimalle oyunun kendisini de bilmiyorsunuz demektir. Flappy Birds öğrenmesi çok basit bir oyun. Tek amacınız var; piksel piksel olan kuşunuzu ekrana dokunup uçurarak, boruların arasından geçirip, sonunda yanana kadar maksimum skoru elde etmeye çalışmak. Çok mu basit? Hayır! Oyunun bu kadar ünlenmesinin ve viral olarak yayılmasının tek sebebi belki de imkansız denecek kadar zor olması! Öyle ki yıllardır oyun oynayan bir insan olarak bir saatlik oynayışın sonunda, çift haneli skorları ancak gördüm. Oyunun Apple App Store’da bulunan, zorluğuyla ilgili ve çok güldüğüm bir yorumunu paylaşmak istiyorum:

I do not know what has made me install this app. Perhaps Lucifer himself? I used to be like you. Until this app opened up the gates to hell on earth. On a cold winter day, I was browsing the App Store. And that’s when it happened. I scrolled across a game call “Flappy Bird”. Little did I know that this game would be the end of my sanity. The first five minutes I laughed. The next five hours I cried, with my thumbs bleeding and my phone screen cracked. Five days had passed. My parents began to worry because I had lost half of my body mass. I eventualy had to kill them. They kept on saying that the game was evil. I couldn’t tolerate that. He told me to do it. The next day the police showed up at my door. I, myself was curled up in the attic. My hands were clutched to my phone. I didnt know how long I had been there. Minutes maybe? Hours? Days?! The police bashed in the door only to find nothing. Flappy Bird helped me hide the bodies. There was no trace of them. Or me. Eventualy new tenants moved into my house. One day they found my in the attic, same place I was when the police showed up. They had called a physiatrist, he said I needed to be sent to an insane asylum. From there, I am writing this review. I would, in a heartbeat, sell my soul to Satan just to have never downloaded this app.

Oyunun zorluğuyla ilgili sosyal paylaşım sitelerinde birçok resim dolanıyor:

a5dG63o_700b

arpZm35_700b

awrLqOQ_700b

Oyunun bu kadar viral olmasında, oyunun zorluğu kadar Mario görsellerini kullanmasının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Oyun ister istemez, size bildiğiniz, tanıdığınız bir oyunmuş hissi veriyor. Kendi telif haklarını koruma konusunda nam salmış Nintendo’nun ise, neden halen hukulsal bir hamle yapmadığı merak konusu.

Oyunun yapımcısı Dong Nguyen her ne kadar The Verge‘e verdiği röportajda oyunun şu anki halinden memnun olduğu, oyunu bu şekilde bırakacağını ve artık bir güncelleme yapmayacağını söylemiş olsa da; dün attığı bir tweet ile bugün, gün içinde oyunu uygulama dükkanlarından çekeceğini bildirdi. Sebebi ise oyunu kolaylaştırması için yapılan baskılara dayanamamasıymış. Ve oyunu satmıyormuş da… Tabi be kadar doğru bilinmez. Günlük 50.000$’dan vazgeçmek her babayiğidin harcı değildir! (Ben hayatta yapamazdım!)

Eğer oyunu halen oynamak istiyorsanız, bir an önce Apple Apstore ve Google Play’dan indirmeniz gerek. Windows Phone kullanan kullanıcılar ise zaten oyunla hiç tanışamamışlardı. Belki de onların akıl sağlığı için en iyisi olmuştur.